• Oynanması Gereken J-RPG Serileri


     
     
    Japonya’yı, o adada yaşayan garip insanları ister sevin ister sevmeyin, oyun endüstrisine yaptıkları katkılar asla küçümsenemez. Gerek Nintendo’su yahut Playstation’u ile donanımsal olarak gerekse batıya saldıkları milyonlarca oyun ile hepimizin hayatındalar. Yani bir insan çıkıp ben şu ana kadar Japon oyunu oynamadım diyemez. Bunu demesi için en basitinden Resident Evil bile oynamamış olması gerekir ve Resi oynamayan bir oyun sever de… Tuhaf olur:) Bir dönem hepimizin oynadığı PES, efsane Street Fighter, Mario, Legend of Zelda, Tekken, az önce bahsettiğimiz Resident Evil, hasretini çektiğimiz Silent Hill ve yazmazsak olmaz; Hideo Kojima ile Metal Gear Solid serisi bizlere bu arkadaşların hediyesidir.

    Bu yazımızda ise birazcık daha derine inmeyi planlıyorum. Az önce saydığım oyunlar fark ettiyseniz daha çok batı tarzına adapte olmuş seriler. Oysa Japonya’daki arkadaşlar bizlerin fazla aşina olmadığı – yeni keşfettiği iki türü uzun yıllardır oynamakta. İlki görsel roman tarzındaki oyunlar. Anime nedir sanırım bilirsiniz. Bu serilerin yüzde doksanı Manga denilen çizgi romanlarından uyarlanma. Görsel roman tarzı oyunlar da bu mangaların bir nevi oynanabilir hali. Diyalog üzerine kurulu ve hikayeye fazla bir katkınız yok. Açık konuşmak gerekirse herkese de hitap etmez. En popüler örneklerinden birisi: “Doki Doki Literature Club!” İkinci kategori ve aynı zamanda konu başlığımız olan tür ise Japanesse-RPG, kısaca J-RPG arkadaşlar. RPG türünü zaten biliyorsunuz. Genelde bir karakter yaratırsınız, ekibiniz olur, level atlayarak ve çeşitli güçlendirmeler edinerek yolunuza devam edersiniz. J-RPG türünün de bundan çok bir farkı yok. En büyük farkı; buram buram anime kokmaları ve bir serinin düzinelerce oyunu bulunması! Bu oyunlarda karakter oluşturmazsınız, karakter hazırdır ve sadece ismini koyarak oyuna başlarsınız. Ayrıca birçoğu sıra tabanlı dövüşler içerir. Yani bir siz bir düşman sıra ile vurur:) Yine level atlayarak ve yeni güçler – ekipmanlar edinerek yolunuza devam edersiniz. Batı dünyasında da bilinen en güzel örneği şüphesiz Final Fantasy serisi olur. Bu serinin onuncu oyununu oynadıysanız veya bakarsanız sıra tabanlı dövüş ile ne kastettiğimi çok daha iyi anlarsınız.

    Günümüzde birçok J-RPG tarzındaki oyun batıya da aktarılmış durumda. Hatta eş zamanlı çıkanları bile var. Eskiden bir J-RPG oyunu önce Japonya’da çıkar, birkaç sene sonra İngilizce altyazıları ile batıda çıkışını gerçekleştirirdi. Bizler daha serinin ilkini oynarken adamlar belki üçüncüsüne bile başlamış olurdu. Neyse, artık ufaktan toparlamam gerek; bu yazımızda, belki de adlarını ilk kez duyacağınız J-RPG tarzındaki serilere değinmek istedim. Dediğim gibi, daha bizim farkında olmadığımız ve Japon halkının bitirdiği birçok oyun mevcut. En azından batıya aktarılmış olanlara değinmek ve birkaç tane bile olsa onları gün yüzüne çıkarmak istedim. Bu arada, listedeki oyunları alfabetik olarak sıralamayı uygun gördüm. Yani en kötüden en iyiye veya tam tersi bir algı oluşmasın. Ayrıca Final Fantasy veya tam olarak J-RPG sayılmasa da Kingdom Hearts’ı batı dünyasında da bir hayli bilindiğinden listeye eklemek istemedim. Bir ara aklımdan Yakuza 7 geçti ama uzun soluklu serinin sadece son oyunu J-RPG tarzında olduğu için listeye dahil etmedim. Uzun lafın kısası; işte karşınızda mutlaka göz atmanız gereken on adet J-RPG serisi!

    1-) Atelier Serisi 

    Listemize tam 23 ana oyunu ve 17 yan oyunu bulunan bir seri ile açıyoruz: 1997 yılından bu yana aramızda olan Atelier serisi. Serinin ilk oyunu Atelier Marie: The Alchemist of Salburg, 97 yılında Playstation için çıkışını gerçekleştirdi son oyunu Atelir Sophie 2: The Alchemist of Mysterious Dream de 2022 yılının şubat oyunda hayranları ile buluştu. Yani 25 yıldır bu seri aramızda ve yeni oyunları sürekli çıkmaya devam ediyor. Elbette sıfırdan tüm oyunları oynamak zor olur ve aslında gerek de yok çünkü her oyun farklı bir karaktere ev sahipliği yapmakta ve farklı bir hikayesi bulunmakta. Final Fantasy gibi düşünün. Tema aynı olsa da her oyunun farklı bir dünyası var ve sadece, örneğin Atelier Sophie 2 gibi bir ibare görürseniz tam bir devam oyunu olduğunu görebilirsiniz.

    Atelier oyunlarında hikaye her zaman farklı olsa da, çıkış noktası hep aynıdır: Genelde simya yapmaya yeni başlamış bir kızcağız ve başından geçen olaylar. Ayrıca seriye has bir özellik olarak simya yapabileceğimiz bir kazan vardır. Gerekli malzemeler ve tarifi olduğu sürece eşya, zırh ve silah gibi nesneleri bu seride yaratıp kuşanabiliyorsunuz. Dolayısıyla “toplayıcılık” olayı bu seride bayağı bir fazla. Örnek olarak bir görev alıyorsunuz ve göreviniz on adet x bitkisi toplayıp süper bitki yaratmak. Bu bitki nereden düşüyor? Elbette canavarlardan. Canavarlarla kim mücadele ediyor? Elbette siz ve yoldaşlarınız. Bir J-RPG serisinde bu standarttır. Oyuna tek başlarsınız ve hikayede ilerledikçe yanınıza arkadaşlar katılır. Tarz olarak da elbette karşımıza sevimli anime karakterleri çıkmakta. Anime demişken; Atelier serisinden Atelier Esha & Logy’nın 12 bölümlük bir anime serisi de mevcut. Ben kaç tanesini oynadım diye merak edenleriniz varsa hemen söyleyeyim; 13 tanesini ve seriyi Playstation 2 döneminden bu yana takip etmeye çalışıyorum. Zaten dergide de bir Atelier incelemesi görürseniz büyük ihtimalle o benimdir :)

    Dediğim gibi simya sistemi seriyi eşsiz kılıyor ve büyülü dünyası günümüz konsollarında grafiksel olarak biraz geride kalsa da içeriği bu açığı fazlası ile kapatıyor. Serinin dövüşleri de elbette sıra tabanlı olacak şekilde. Ayrıca bir Atelier oyunu ortalama 25-35 saat arasında değişen bir tatmin edici bir oyun süresine de sahip. Elbette bu süre size göre de artış gösterebilir. Yani bir Atelier macerasına giriş yapmak istiyorsanız uzun süreler ayırmaya hazır olun.

    Muhakkak oynanması gereken;
    Atelier serisine göz atmak isterseniz muhakkak Atelier Iris üçlemesi ile başlamanızı öneririm. Zaten Atelier serisindeki tek üçleme bu seridir ve birçok Atelier hayranı da Iris sayesinde bu seriyi tanımıştır. Atelier Iris dışında Mana Khemia da güzel bir tercih olabilir. Daha modern bir başlangıç arıyorsanız Atelier Ryza veya Atelier Sophie serisini tercihleriniz arasına alabilirsiniz. Hangi oyundan başlayacak olursanız olun, Atelier serisinin havası bambaşkadır ve sizi alıp uzak diyarlara götürecektir.

    2-) Chrono Serisi 

    Listemizin ikinci sırasında ise J-RPG türünün mihenk taşlarından birisi olarak anılan Chrono serisi var. Özellikle ilk oyun olan Chrono Trigger, 20 saat üzeri oyun süresi ve inanılmaz hikayesi ile başından kalkamayacağınız bir macera. Bu arada, 20 saat sizlere az gelebilir ama oyunun 1995 yılında Super Nintendo için çıktığını da belirtmek isterim. Chrono serisinde ne ararsanız bulunmakta; zaman yolculuğu, ilkel canavarlar ve robotlar, çeşitli kötü adamlar ve müthiş dostluklar kuracağınız yan karakterler. Ve elbette yine sıra tabanlı dövüşler:) Kronolojik olarak ikinci sırada bulunan Radical Dreamers, Famicam için geliştirilmiş ve metin oyunu. Yani bir nevi otuz yıl öncesinin görsel romanı ve Chrono Trigger ile Chrono Cross arasındaki bir hikayeden bahsetmekte. Hem Radical Dreamers’ı hem de Chrono Cross’u Nisan 2022’den bu yana son model konsollarda da oynamanız mümkün. Ayrıca Chrono Cross, barındırdığı 45’in üzerindeki oynanabilir karakter sayısı ile en kalabalık kadroya sahip olan J-RPG oyunlarından bir tanesi. Chrono Trigger içinse 2018’den bu yana Steam sürümü mevcut.

    Chrono Break içinse ayrı bir parantez açmam gerekecek çünkü bu oyun aslında hiç çıkmadı:) Hatta duyurulmadı bile fakat o dönemin yapımcıları böyle bir proje üzerinde çalıştıklarını açıklamıştı ama yapımcı ekibin çoğu Final Fantasy oyunlarına kaydığı için iptal edilmiş. Lakin Chrono serisi o kadar çok sevildi ki günün birinde Chrono Break de çıkacak ümidi hayranları tarafından asla dinmedi. Her ne kadar resmi olarak bir açıklama olmasa da, Chrono Break günün birinde çıkacaktır. Ben de buna inanmaktayım:)

    Muhakkak oynanması gereken;

    Aslında Atelier serisi gibi olmadığı için muhakkak oynanması gereken diye bir olay Chrono serisinde yok. Chrono oyunları birbirinin tam olarak direkt devamı sayılmasa da aynı evrende geçmekte. İllaki birisini önerecek olursam elbette ilk oyun olan Chrono Trigger olur. Yalnız uyarayım; Chrono serisi Atelier gibi değildir. İçerik olarak daha ağır ve dövüşler daha çetindir:) Yani Chrono serisi için biraz daha deneyimli J-RPG hayranları gerekmekte. Oyun grafiksel olarak eskimiş olsa da nostaljik havası ve eski Zelda oyunlarına benzeyen çizim tarzı ile hala oynanabilir durumda. Kendinize güveniyorsanız durmayın:)

    3-) Dragon Quest Serisi

    Biraz daha tanıdık bir seri var karşımızda:) 1986 yılından beri aramızda olan ve oyunun karakterlerinin oluşturulmasında Dragon Ball’ın mangakası Akira Toriyama’nın da yardımcı olduğu meşhur Dragon Quest. Özellikle son oyunu Echoes of an Elusive Age ile batı dünyasında da çok beğenilen seri, en köklü J-RPG serilerinden birisidir. Her oyun bizlere farklı bir hikaye, bambaşka bir dünya sunsa da, şablon aslında genelde aynıdır; dünyanın son umudu genelde tanınmayan bizim ana karakterdir fakat önce kaybederiz. Sonrasında arkadaşlığın ve dostluğun gücü ile kötülüğü alt ederek nihayetinde iyiler kazanır:) Ama işte bu şablon her seferinde öyle güzel, öyle tatlı aktarılıyor ki oyuncuya, hiçbir zaman eskimiyor. Far Cry serisini düşünün. Ortam ve karakterler farklı ama yapılanlar aynı. Açıkçası Dragon Quest de böyle ama farkı barındırdığı karakterleri, yaratıcı hikayesi ve hayal gücünü zorlayan eşsiz atmosferi.

    Dragon Quest oyunlarını ortak kılan bir noktası, düşmanlarıdır. Özellikle her oyunda en zayıf olduğu için ilk kez dövüştüğümüz Slime, serinin adeta maskotudur ve bayağı bir sevilmektedir:) Bu arada Gümüş Slime’lara dikkat edin çünkü onlar bayağı bayağı bayağı güzel XP vermekte. Kaçmadan öldürebilirseniz ne ala! Dragon Quest, her ne kadar 1986’dan beri ortada olsa da, özellikle 2010’lu yıllardan sonra İngilizce altyazılı olarak batıda gözükmeye başladı. Örneğin 1992 yılında çıkan Dragon Quest 5, ancak 2009’dan sonra Nintendo DS üzerinden İngilizce oynanabilir hale geldi ve 2015 itibari ile de Android ve iOS platformlarında. Yazının başlarında Japonların bitirdiği ama bize henüz ulaşmayan nice eşsiz J-RPG var demiştim hatırlarsanız. İşte alın size güzel bir örnek:)

    Mutlaka oynanması gereken;
    Aslında tüm Dragon Quest oyunları mutlaka oynanması gerekir çünkü o kadar güzel ve eşsiz bir dünya sunuyorlar ki, hayran kalmak elde değil. Ama bir seçim yapmamız gerekecekse bu Dragon Quest VIII: Joırney of the Cursed King olur. 2005 yılında Playstation 2 için çıkan bu oyun hem benim için hem de birçok Dragon Quest hayranı için açık ara en iyisidir. Daha yeni bir şeye göz atmak istiyorum derseniz, son çıkan yapım Echoes of an Elusive Age de yerinde bir tercih olur. Bu oyunda gerek görselleri, gerek karakterleri ve farklı mekanları ile dört dörtlük bir Dragon Quest oyunudur. Bu arada, yan oyunlarından hiç bahsetmedim. Benim fazla sevmediğim ve zaten sıra tabanlı da olmayan (tarz olarak Beat’mUp) Dragon Quest Monsters yahut Slime serisi gibi yan ürünleri de elbette mevcut. Benim asıl beklediğim 13. Oyun olacak olan The Flames of Fate. Üstelik bu sefer daha karanlık bir tona sahip olacak bu oyunda sıra tabanlı dövüş mekaniklerine de veda edebilirmişiz. Bekleyip göreceğiz artık.

    4-) Mana Serisi

    Bir Final Fantasy yan oyunu olarak başlayıp, kendi serisine kavuşan ve kendi yan oyunlarına bile sahip olan kaç tane oyun vardır ki? Beyler, bayanlar; karşınızda Mana Serisi! İlk olarak Final Fantasy Adventure adıyla 1991 yılında Game Boy için çıkan seri, asıl patlamayı 1993 yılında Super Nintendo için çıkan Secret of Mana ile gerçekleştirmiş durumda. Mana serisi için hemen şimdi bir parantez açmak istiyorum; bu seri de elbette bir J-RPG oyunu olsa da sıra tabanlı dövüş mekaniklerine sahip değil arkadaşlar. Gerçek zamanlı dövüşler içermekte ve ana karakterinizle beraber yan karakterler de rakibe saldırmakta. Yan karakterleri ister kontrol edebilir, isterseniz dövüşlerde nasıl davranacaklarını belirleyebilirsiniz. Mesela size sağlık ile destek olsunlar veya var güçleri ile düşmana saldırsınlar gibi. Yani yan karakterlerin ne yapacağı sizin tercihinize bırakılıyor.

    Aslında sıra tabanlı dövüşlerden pek hoşlanmayan (gerçi öyle birileri olmaması lazım:) veya türe yabanı olanlar için Mana serisi, buram buram J-RPG kokan bir oyunu deneyimlemek isteyenler için ideal bir fırsat olabilir. Mana oyunları da bizleri fantastik bir dünyaya götürmekte ve seriye adını da veren Mana, dünyanın bir nevi yaşam enerjisidir ve tahmin edebileceğiniz üzere kötüler, kötülük yapmak için mananın peşindedir:) Çeşitli diyarlara gidip kötülüğü durdurmak da elbette bizlerin elindedir.

    Mutlaka oynanması gereken;
    Mana serisi ilginizi çektiyse ve başlama niyetinde olursanız sizlere önerim Trials of Mana olur. Sebebine gelirsek; birincisi, serinin ikinci yapımı olan Trials of Mana, her ne kadar bir devam oyunu olsa da tam bir devam oyunu niteliğinde değil. Yani ilk oyunda olaylar yarım kalmış falan değil. Farklı karakterler, farklı hikaye ama aynı evren tadında. İkinci sebep ise bu oyunun 2020 yılında tamamen yenilenmiş olarak hemen her platforma çıkmış olması. Yani eski tarz grafikleri ile oynamak zorunda değilsiniz. Bir bonus sebep ise oyunun Ağustos ayı itibari ile Playstation Extra ve üstü üyeliklere sahip oyunculara bedava olması:) Yani tüm şartlar sizleri Trials of Mana’yı oynamaya itiyor:)

    5-) Persona Serisi 

    Ve geldik listenin en çılgın ve müzikleri ile döktüren serisine:) Eminim Dragon Quest gibi Persona’nın da adını muhakkak duymuş, oynamışsınızdır. Aslında Persona serisi, Shin Megami Tensei oyunlarının dallarından birisi. Yani tam olarak adlandırmak gerekirse Shin Megami Tensei: Persona gibi. Persona dışında, Nocturne, Digital Devil Saga veya Devil Summoner gibi farklı J-RPG serileri de mevcut. Aslında hepsi bu listeye girmeye layık oyunlar fakat batıdaki popülaritesi bakımından Persona’yı listeye almak en doğru karar. Tüm bu serilerin ortak noktası ise sıra tabanlı olarak dövüştüğünüz canavarları. Yani canavarlardan birisi olan Jack Frost, Persona’da da var, Devil Summoner’de de :)

    1996 yılında ilk olarak Playstation için çıkan seri, asıl patlamayı Playstation 2’de, Persona 3 ile gerçekleştirdi dersem yalan olmaz. Üçüncü Persona’nın çıkışından sonra da oyun sürekli yukarı doğru hareket eden bir ivme kazandı ve diğer Shin Megami Tensei oyunlarını da gölgede bırakarak en popüler J-RPG serilerinden birisi haline geldi. İlgi çeken hikayesi ve müthiş müziklerinin de elbette bunda etkisi var ama esas başarıyı batıya yapılan yerinde reklamlar getirdi diye düşünüyorum. Tabi bu getiriler sonucunda Persona serisi üçüncü oyundan itibaren animeye de uyarlanmış durumda.

    Dediğim gibi Persona serisi de klasik sıra tabanlı dövüşlere sahip bir J-RPG serisi. Persona oyunlarındaki karakterler liseye giden öğrencilerdir ve kendilerinin de başlarına gelen gizemli bir takım olaylar zincirini araştırarak büyük oyunu bozmaya çalışırlar. Bu mücadelede de onlara Persona denilen alt benlikleri olan varlıklar eşlik eder. Lakin her Persona oyununun ana karakteri birden fazla Persona’ya sahiptir ve dolayısıyla ekibin lideridir:) Canavar öldürmeyip gizem peşine düşmediğimiz zamanlarda da okul ve arkadaşlık aktiviteleri gerçekleştiriyoruz. Persona serisinin öne çıkmasına neden olan bu sistem sayesinde ders çalışıyor, kulüp aktiviteleri gerçekleştiriyor ve arkadaşlarla buluşup takılıyoruz. Amaç sosyal puanlar kazanıp hem kendi karakterimizi güçlendirmek hem de yan karakterlerle bağları güçlendirip daha kaslı hale gelmek.

    Mutlaka oynanması gereken;
    Persona serisinden bir oyunu bile hiç oynamamak gibi enteresan bir hata yaptıysanız size ilk olarak beşinci oyun olan Persona 5’i oynamanızı öneririm. 90 saate kadar varan oynanış süresi ve dolu dolu içeriği ile zaten serinin şu an göz bebeği durumunda. Bu arada, yan oyunlardan hiç bahsetmedim. Her serinin olduğu gibi Persona’nın da zilyon tane yan mahsülü bulunmakta. Kimisi aynı hikayeyi genişletirken, kimisi farklı bir bakış açısı sunmakta. Hatta ritim oyunları bile bulunmakta. Tüm bunlara bulaşmadan önce gidin bir Persona 5’i oynayın ve sonrasında diğerlerine göz atarsınız:)

    6-) Shadow Hearts Serisi 

    Belki de listenin en bilinmeyenlerinden birisi var sırada. Aslında Playstation 2 için geliştirilen bir üçleme olsa da, 1999 yılında çıkan Koudelka sayesinde Shadow Hearts meydana gelmiştir. Her ne kadar o yıllarda Japonya’da büyük başarı elde etmesine karşın Koudelka batı dünyasında karışık yorumlar almıştır. Nitekim Shadow Hearts üçlemesi de geçer notlar alsa da, asla göz önünde bulunmamış ve sıkı J-RPG hayranları dışında adı dahi duyulmamıştır. Eh, artık devir değişti. J-RPG oynayanların sayısı da kat be kat arttı. Yahu Yakuza serisinin bilinmediği dönemleri bilirim ben! Ama bakın şimdi, Playstation bile bir sürü Yakuza oyununu üyelerine bedava verdi ve herkes mutlu! Dolayısıyla Shadow Hearts’ın da artık gün yüzüne çıkma vakti gelmiştir.

    lıştığımız tarzdaki J-RPG’lerden daha karanlık bir havaya sahip olan Shadow Hearts’te (gerçi üçüncü oyun daha çok Final Fantasy’ye benziyordu) düşman karakterler H.P. Lovecraft eserlerinden fırlamış gibiydi. Ayrıca doğrudan olmasa da yaşamış kişilikleri oyunda barındırmaktaydı. Bakınız Anastasia Romanov:) Karanlık temasına bir de harikulade müzikleri eklenince ortaya gerçekten tadına doyulmaz bir seri çıkıvermişti. Yine standart J-RPG’lerden farklı olarak “Judgement” sistemini dövüşlerde kullanmak bir hayli eğlenceliydi. Kısaca anlatmam gerekirse bu sistem, diyelim ki bir saldırı yaptınız. Ekranda bir çember beliriyor farklı renklerde. Çark gibi düşünün. Saldırınızın etkisi bu çarkta seçeceğiniz renge göre değişmekteydi. Çok dar kırmızı daha fazla güç, geniş yeşil daha az güç gibi. Ayrıca bazı saldırıların etkili olması için de doğru rengi seçmeniz gerekmekteydi. Anlayacağınız Shadow Hearts, sıradan bir J-RPG’den çok daha öteydi.

    Mutlaka Oynanması Gereken; 
    Bu seri için mutlaka şundan başlayın demem zor çünkü hikayeleri birbirinden bağımsız olsa da, kronolojik olarak ilerlemekte. İlla birisini seçmem gerekirse de tercihim ikinci oyun olan Shadow Hearts: Covenant’tan yana olur. Alternatif Sovyetler, karanlık atmosfer, sürükleyici hikaye… Ne ararsanız var. Yahu kötü adamı Rasputin olan bir oyun iyi olmaz mı? :) Dediğim gibi Shadow Hearts, bu listenin en az bilinen serisi ve eminim birçoğunuz ilk defa duydunuz. Hatta Kingdom Hearts olmasın diyenleriniz bile olmuştur. Playstation 2 döneminin gizli cevherlerinden olan bu seri için henüz bir Remaster/Remake çalışması yok. Bu seriyi son olarak 2005 yılında gördük. Fakat umut tamamen kaybolmamış değil çünkü 2022’nin Mart oyunda oyunun isim hakları yenilendi. Kim bilir, belki yakında bir uyarlama, daha da iyisi yepyeni bir oyun görebiliriz!

    7-) Star Ocean Serisi 

    Şimdi, Shadow Hearts için listenin en bilinmeyeni demiştim. Star Ocean içinse sanırım en garibi, ya da en tutarsızı dersem yanılmış olmam. Şu ana kadar hiçbir Star Ocean oyununun büyük bir gürültüyle çıktığını hatırlamıyorum. Oyun kendi kendine çıkar, ya beğenilir, ya beğenilmez. Sonuç ne olursa olsun, bir müddet sonra bir başka Star Ocean oyunu daha çıkar. Kendin pişir kendin ye misali:) Yeri gelir Playstation için çıkar, yer gelir Xbox’a da lütfeder veya bir baktınız iOS ve Android için çıkmış. Tutarsız değil de ne yani? :) 1996 yılında çıkan ilk oyun, daha sonra First Departure olarak 2008 yılında PS Portable için piyasaya sürülmüştü. Daha sonra 2019 yılında aynı oyun First Departure R adını alarak Playstation 4 ve Switch için yeniden uyarlandı. Ekim 2022’de de yepisyeni oyunları The Divine Force hayranları ile buluşacak. Peki, bu seri bu kadar tutarsız ise neden bu listede? Yani daha iyi bir J-RPG alternatifi yok muydu? Muhakkak vardır fakat hepimizin burada dikkate alması gereken bir şey var: İstikrar. Tamam, Intergrity and Faithlessness’in ortalama 58 puanı var ama onu saymazsak diğer yapımlar 75-85 arası bir ortalamaya sahip.

    Peki, ne anlatıyor bizlere Star Ocean? Adından az buçuk anlaşılacağı üzere bilimkurgu tarzında bir serüven sunmakta bize. Uzay yolculukları, dünya dışı tehditler vs. derken akıp gidiyor. Tıpkı Mana serisi gibi Star Ocean da gerçek zamanlı dövüşlere sahip bir J-RPG oyunu. Benim oynadığım yapımlardan da diyebileceğim kadarı ile gayet başarılılar.

    Mutlaka Oynanması Gereken;
    Aslında mutlaka oynanması gereken diye The Second Story/Second Evolution yapımını seçecektim. Hatta serinin en sevilen karakteri Claude C. Kenny bile bu yapımda. Ama ben tercihimi Till the End of Time’dan yana kullanacağım. 2004 yılında Playstation 2 için geliştirilen bu yapım, bayağı bir sürükleyici hikayeye sahip. Taa ki son bölüme gelene kadar. Oyunun son bölümü internette hala tartışma unsuru. Kimilerine göre ters köşe yapıyor, kimilerine göre duvara tosluyor fakat herkese göre hiç beklenmedik bir şey olmuş:) Buradan spoiler vermeyeceğim. Yani o kadar oynayıp nasıl böyle bir sona geldik diye şaşıp kalmanız için bile oynamanızı önerebilirim. Ekimde çıkacak olan yapımın da incelemesinde büyük ihtimalle yeniden karşılaşacağız ve o esnada oynayan olursa, sonunu tartışırız:)

    8-) Suikoden Serisi

    Off… Off.. Off! Diyerekten başlayacağım bir seri var şimdi sırada. İlk ikisi Playstation için, son üçü de Playstation 2 için çıkan serinin bu son üç oyununu peş peşe deliler gibi oynamıştım. Zilyon tane karakter, sürükleyici ve bol entrikalı hikayeler, ölebilen arkadaşlar, sıra tabanlı dövüşler ve stratejik savaşlar. Bu kadar her telden çalıp da başarılı olabilmek hüner ister ve o hünerin adı da Suikoden’dir.

    Seride, dördüncü oyuna kadar altı ve dördüncü oyundan sonra 4 + 1 şeklinde toplam beş karakteri yönetebiliyoruz. Ayrıca her oyunda tam tamına 108 (The 108 Stars of Destiny) karakteri ekibimize katıp kontrol edebiliyoruz ve hepsinin de özellikleri ayrı. Tabi bu elemanların hepsi birer birey ve yaşanan mücadelede sorumlulukları ve istekleri var. Yani hadi Takeşi gel bizim ekibe beraber çarpışalım demekle olmuyor. Sen Takeşi’nin sırtını kaşırsan Takeşi de sizin sırtınızı kaşır :) Hiç unutmuyorum, sanırım beşinci oyundu 107 kişi toparlayabilmiştim de bir tane Ninja kılıklı elemanı bir türlü saflarıma katamamıştım. Neyse; seride genelde politik olayların ortasında kalmış bir kaçak prensi yahut ansızın dünyası tepetaklak olan bir askeri oynayabiliyoruz. Suikoden evreni, Çin krallıklarına benzer bir evrende geçmekte ve hepsi farklı zaman dilimlerinde olsa da aynı dünyayı paylaşmakta. Dediğim gibi yeri geldiğinde küçük ekibinizle düşmana dalıyor, yeri geldiğinde ya hak! Diyerekten ordunuzla stratejik hamleler yapıyorsunuz. Yani bu oyun hem J-RPG hem de Strateji!

    Mutlaka Oynanması Gereken;
    Aslında ilk iki oyun hariç son üçünü muhakkak oynamaz gerekir derim. Yanlış anlaşılmasın, ilk iki oyun tarz olarak bayağı bir eski ve günümüzde herkese hitap etmeyebilir. Dolayısıyla seçimimi nispeten daha iyi olan Playstation 2 dönemindeki bir oyundan yapacağım ve o da benim için Suikoden III olacak. Farklı ana karakterler, dönüm noktaları ve doyurucu senaryosu ile benim oynadığım ilk Suikoden olduğu için yeri de zaten ayrıdır. Dediğim gibi en büyük artısı kadro zenginliği ve sizleri 60 saatin üstünde oyalayarak nice krallıkların kurulmasını ve nicelerinin yıkılmasını gözler önüne serecek:)

    9-) Tales Serisi 

    Geldik listenin en istikrarlısına:) Net söylüyorum; her Tales oyunu başarılıdır arkadaşlar. 1995 yılında çıkan Tales of Phantasia’dan tutun 2021 yapımı Tales of Arise’a kadar. Sistem ve mantık genelde aynıdır ama adamlar her oyunda ilgi çekici bir dünya yaratmayı başarıyor. Fantastik kurguyu bilimkurgu elementleri ile de harmanlamasını başarınca ortaya şeker tadında yapımlar çıkıveriyor. Benimse Tales serisi ile tanışma hikayem biraz daha farklı. Günün birinde Tales of Abyss adında bir anime ile karşılaştım (müzikler harika!!) Sonradan öğrendim ki Abyss, bir oyun serisinin halkasıymış:) Akabinde zaten hazine bulmuş gibi oldum. Gözüme kestirdiğim Tales oyununu oynayıverdim ve oynamaya da devam ediyorum.

    Oyunların her biri farklı bir evrende geçmekte. Yani kronolojik bir sıra yahut aynı evren diye bir şey yok. Dediğim gibi adamlar çiçek gibi bir dünya oluşturmuş. Sadece oyun mekanikleri benzer, o kadar. Bu arada, Tales de sıra tabanlı olmaktan ziyade gerçek zamanlı ve şahsım olarak sıra tabanlı dövüşleri tercih etsem de Tales serisinin gerçek zamanlı dövüşlerine de bayılıyorum! Ayrıca anime tarzını oyuna en iyi adapte eden yapımlardan birisi olduğunu da belirtmek isterim. Gerek karakterleri, gerekse atmosferi ile hepsinden 24 bölümlük bir seri olur ki birkaç tane Tales animesine denk gelmeniz zaten mümkün:)

    Mutlaka Oynanması Gereken;
    Yine en zor tercihlerden birisi var karşımızda. İşin aslı üç oyun arasında kaldım. Bunlardan birisi Tales of Abyss, birisi Tales of Berseria ve son olarak Tales of Arise. Tam dört dakika gibi uzun bir düşünme faslının ardından kararımı Tales of Arise’dan yana kullanmak oldu. Peki, neden? Seriye giriş yapmak için en idealinin o olduğunu düşünüyorum, ondan. Birincisi yeni nesil konsollara da çıkış gerçekleştirmiş durumda ve grafiksel olarak (J-RPG kategorisinde elbette) harika. Kırk saatlik oyun süresi tatminkar, yeni başlayan arkadaşların da kolay adapte olabileceği bir dövüş sistemi – zorluğu var ve en önemlisi, hikayesi şahane. Zaten incelemesine de 90 gibi güzel bir puan vermiştim. Karakterleri de sempatik, buram buram anime kokuyor. Daha ne olsun ama? :)

    10-) The Legend of Heroes Serisi

    Ve geldi sıra mekanın yıldızına, serinin assolistine ve bu listenin ilham kaynağına. Aslında son sırada olması da tamamen tesadüf. Yani gördüğünüz üzere alfabetik gittik:) İlk olarak aklımızda The Legend of Heroes üzerine bir yazı yazmak vardı fakat sonra bunu genel bir J-RPG yazısı şeklinde değiştirmeye karar verdik. Kim bilir, belki gelecek dönemlerde detaylı bir dosya konusu ile yeniden karşınıza çıkarım:)

    1989 yılında başlayan bu seri, günümüze kadar hala devam etmekte ve kendi içinde de üçe ayrılmış durumda. İlk iki oyunu kapsayan Dragon Slayer evreni, bir sonraki üç oyunun oluşturduğu Gagharv evreni ve en önemlisi, gençliğimi verdim Trails evreni:) Trails in the Sky ile en son Kuro no Kiseki oyunu dahil hepsi bu evrene ait. Yani aynı dünya, yeri geldiğinde karşımıza çıkan aynı karakterler ama farklı hikayeler ve bu farklı hikayelerin birleştiği ortak İlluminati benzeri düşman…

    Aslında bu seri için; daha doğrusu Trails evreni, için yazabileceğim o kadar çok şey var ki… En kalp kıranını bir örnek olarak vereyim. Müthiş hikayenin başlangıcı Trails in the Sky, Japonya’da 2004 yılında çıktı. Peki, bizler ne zaman oynayabildik dersiniz? 2014 yılında… Yani tam on sene sonra. Tamam, Playstation Portable için 2011 yılında çıktı batı için ama sonuçta dünya geneli çıkışını 2014 yılında gerçekleştirdi. Keza ikinci oyun da öyle. Japonya çıkış tarihi 2006, batı çıkış tarihi 2015:( Sebebi içinse oyundaki yoğun diyaloglar gösterilmekte. Kabul ediyorum, oyunda bir hayli fazla diyalog var ama on sene? Çok uzun çooook!

    Dediğim gibi Trails evreni ile harika bir dünya ve hikayeler yaratılmış. Trails in the Sky ile yaratılan bu dünyanın Liberl krallığında oynuyorken, Cold Steel ile Erebonia İmparatorluğu’ndayız. Yahut Kuro no Kiseki Calvard Cumhuriyeti’nde geçmekte. Yine bir parantez açayım; Kuro no Kiseki 2021 yılında çıkışını gerçekleştirdi ama batı dünyası için henüz bir çıkış tarihi bile yok!! Neyse; sinirlenmek yok, devam edelim. Bahsi geçen her serinin ayrı ana karakterleri ve ana bir hikayesi bulunmakta ama arka planda da bir hayli derin olaylar dönmekte. Bu derin olaylar da tüm serilerin ortak hikayesini bir araya getirmekte. Her seride farklı ana karakterlere sahibiz ama diğer serilerde de pekala karşımıza çıkabiliyorlar. Misal Trails in the Sky serisinin ana karakteri Estelle Bright, Cold Steel serisinin ilerleyen oyunlarında yan karakter olarak gözükebiliyor. Tarz olarak da tam bir sıra tabanlı J-RPG oyunu. Ekibiniz genelde altı – yedi kişiden oluşuyor ve dört tanesini aktif olarak dövüşlerde kullanabiliyorsunuz.

    Mutlaka oynanması gereken;

    The Legend of Heroes serisinin Trails evrenine adım atma cesareti göstereceksiniz elbette Trails in the Sky üçlemesi ile başlamanız gerekir. Serinin görüntüsü ve “chibi” (minik anime karakterleri) size ilk bakışta tuhaf görünebilir fakat sakın tereddüt etmeyin. O kadar başarılı bir hikaye, şahane karakterler yaratılmış ve başarılı bir atmosfer oluşturulmuş ki, başka türlüsünü hayal edemiyorsunuz. Açıkçası Cold Steel’in daha geleneksel grafiklerini gördüğümde biraz afallamış ve Trails in the Sky görsellerini arar olmuştum. Neyse ki çabuk adapte oluyorum. Bu arada, sizler şanslısınız, Trails serisinin birçok oyunu batıya uyarlanmış durumda ve başlamak isterseniz benim gibi beklemek zorunda da kalmayacaksınız:) 


    Bu yazı ilk olarak Level Dergisi'nde yayınlanmıştır.

  • Natsu e no Tunnel, Sayonara no Deguchi İncelemesi

    Yönetmen: Tomohisa Taguchi
    Stüdyo: Clap
    Tür: Romantik, Bilimkurgu
    Yapım Yılı: 2022
    Bölüm Sayısı: Film
    Anime Puanı: 10/7


    Anime filmi ilk başladığında bizlere bir efsane olan Urashima Tünelini anlatarak giriş yapıyor. Rivayete göre bu tünel, giren kişilerin dileklerini gerçekleştirme gücüne sahipmiş. Tabi bir bedel karşılığında. Bu bilgi bizlere verildikten sonra ana karakterlerimiz Kaoru Touno ve Hanashiro Anzu’yu tanıyoruz. Kaoru içine kapanık, sessiz sedasız bir çocuktur ve babası ile yaşamakta, her gün okuluna gidip gelmektedir. Okuluna gidip gelirken de tramvay istasyonunda, yağmurlu bir günde şemsiyesini verdiği Hanashiro ile tanışır. Hanashiro daha atılgan bir karaktere sahiptir fakat iki karakterimizin de ortak özelliği; geçmişte yaşadıkları sıkıntı ve problemlerdir.

    Her animede olduğu gibi günün birinde, Kaoru eve döndükten sonra babasının fazlaca içtiğini görür ve babası da kız kardeşinin ölümünden dolayı Kaoru’yu suçlar – hatta ufak bir arbede yaşanır. İçerlenen Kaoru da evi terk eder ve ayaklarının onu nereye götürdüğünü fark etmeksizin koşmaya başlar. Derken Kaoru, Urashima Tüneline denk gelir. Tünele girer ve ölen kız kardeşinin terliği ile onun yine ölen papağanını bulur. Üstelik papağan canlıdır. Papağanın söylediği şarkıdan bunun kız kardeşinin papağını olduğu kanaatine varır. Kaoru tünelden çıktığında ise bir tuhaflık vardır çünkü tünelde kısa bir süre kaldıysa da dışarıda bir hafta geçmiştir. Ertesi gün merakına yenilen Kaoru tekrar tünele girer ve içeride Hanashiro’yu görür. İkili bir takım oluşturur, planlar yapar ve tüneli kendi istekleri doğrultusunda kullanmaya karar kılar. 
     

    İngilizce adı The Tunnel to Summer, the Exit of Goodbyes, Türkçeye çevirirsek kabaca Yaza giden Tünel, Vedaların Çıkışı olan anime ilk bakışta ilginç bir hikayeye sahipmiş gibi duruyor. Zaman akışının farklı olduğu tünel ile anime ilk başta ilgimi çekse de, animenin işlenişi – romantik ve dramatik unsurlara çok fazla ağırlık verilmiş olmasından dolayı işleniş biraz ağır ve yeri geldiğinde sıkıldığımı itiraf etmek zorundayım. Eğer bu tarz unsurlara düşkün birisiyseniz tam tersine zevk alabilirsiniz lakin benim kafadan iseniz temkinli olun çünkü animede fazla öyle aksiyon – hızlı sahneler bulunmamakta. Sonu için ise başarılı diyebilirim. Dramatize olayların ardından hızlanıyor ve sonunu pür dikkat izliyorsunuz.

    Anime çok beğendiğim çizimlere sahip. Kullanılan renkler, karakterlerin sert hatları ve tünelin o kırmızı rengi çok hoşuma gitti. Resimlerden pek belli olmuyor fakat izlerken ne demek istediğimi anlayacaksınız. Hele ki izlediğiniz medya oynatıcısından gerekli renk ayarlamalarını yaptığınızda sizleri bir görsel şölen bekliyor olacak. Bu anime hakkında söyleyebileceklerim bu kadar. Ben biraz daha farklı bir içerik beklemiştim ama duygusala bağlayıp sevip – sevmemek sizlerin elinde. 
     
  • Goblin Slayer 2 İncelemesi

    Yönetmen: Misato Takada
    Stüdyo: Liden Films
    Tür: Fantastik
    Yapım Yılı: 2023
    Bölüm Sayısı: 12
    Anime Puanı: 10/6

     
    En son 2018 yılında bıraktığımız Goblin Slayer’in ikinci sezonu var karşımızda. İlk sezonun incelemesine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Tür olarak MMORPG kategorisine de sokabileceğimiz animenin ikinci sezonu da klasik bir ikinci sezon çünkü ne başı var ne sonu :) Goblin Katili olarak adlandırılan arkadaşımız ekibiyle beraber zindanlara giriyor ve goblin avlıyor. Hikayeyi genişletmek adına ufak birkaç detay dışında ikinci sezon bizlere bir şey sunmuyor.

    İkinci sezonun ilk başlarında yeni ve ukala bir karakter bizlere sunulsa da çok geçmeden o da kendi yolunda ilerliyor. Dolayısıyla ikinci sezonda herhangi bir yeni karakter yok. Sadece Elf Yousei’in ailesi ve yaşadıkları yere odaklanıyoruz. Bunun dışında ekibimiz goblin öldürmeye devam ediyor. 
  • Solo Leveling İncelemesi

    Yönetmen: Shunsuke Nakashige
    Stüdyo: A-1 Pictures
    Tür: Aksiyon, Bilimkurgu
    Yapım Yılı: 2024
    Bölüm Sayısı: 12
    Anime Puanı: 10/7.5


    Jujutsu Kaisen’in son sezonunun furyası bittikten sonra hepimiz Solo Leveling’e odaklanmaya başlamıştık. Sosyal medyada, özellikle sırıtan heykeli hepimiz bir kere görmüşüzdür. Geçtiğimiz günlerde Solo Leveling ilk sezonunu tamamladı. Güzel bir sezon muydu? Fena değildi ama abartıldığı kadar var mıydı? Bence yoktu. Bu arada, tam bir aydır siteye yeni bir içerik eklememişiz. Unuttuğumuzdan değil, yoğunluktan diyelim:)
  • En İyi Anime Oyunları

     
     
    Evet, bugün farklı bir konseptle sizlerin karşısındayım. Anime severler olarak, animelerden uyarlanmış güzel oyunlar oynamak hepimizin hakkı. Bu yüzden En iyi anime oyunları adlı bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Animeden uyarlanan oyunlardan oluşan bu listeye direkt ulaşmak isteyenler, yazının en aşağısına bakabilir. Fakat çok güzel ve detaylı bir yazıyı kaçırmış olursunuz. Bu arada oyunlarımız Bilgisayara ve Konsol odaklıdır, yani mobil cihazları bu listenin dışında tuttuk. Çünkü mobil kısma her gün fanları memnun etmek için oyunlar çıkıyor, takip etmesi çok güç. Biz Pc/Konsol odaklı gidelim dedik. Zaten animelerden uyarlanan iyi oyunlar pek yok. Nedense çoğunlukla tutan animelerin, kötü dövüş oyunlarını görüyoruz. Hadi yazımıza kötülerle başlayalım ki iyilere şükür etmiş gibi oluruz.

    Yeni çıkan Jujutsu Kaisen Cursed Clash ‘le beraber tekrardan görmüş olduk ki, artık tutmuş animenin dövüş oyunu hemen yapıldıysa oradan koşarak uzaklaşın. Çünkü hepsi birbirinin kopyası şeklinde, geniş alanda bol bol efekt basılan ama kendisi boş oyunlar olarak karşımıza çıkıyor. Her ne kadar Demon Slayer, Naruto ve My Hero One's gibi iyi örnekler olsa da bu türün oyunları; Jump Force, One Punch Man Ahnk- JJk gibi tonla kötü oyuna da sahiplik ediyor. Geniş bir 3D dövüş alanında, pamuk yastık suratlı, ruhsuz yüz çizimlerine sahip karakterlerle birbirimize dalıyoruz. Ama çoğunun ortak noktası vasatı dahi geçemeyen fanların cebindeki parayı almaya çalışan oyunlar olması. Çoğunun dağıtıcısı da Bandai Namco. Popüler anime neyse ya ona dövüş oyunu yaptırıyor ya da My Hero Ultra Rumble gibi trend türe neyse karakterleri o dünyaya uyarlayın diyor. Bu yüzden gerçekten iyi anime oyunu görmek zor. Hele mobil tarafa hiç girmiyorum bile çoğu cebimizdeki parayı tırtıklamaya çalışıyor. Bu yüzden iyi ve kendine özgü bir yapıya sahip olan anime oyunlarına ekstra saygı duyuyorum. 
  • Angel Cop İncelemesi

    Yönetmen: Ichiro Itano
    Stüdyo: D.A.S.T. Corporation
    Tür: Aksiyon, Bilimkurgu
    Yapım Yılı: 1989 - 1994
    Bölüm Sayısı: 6
    Anime Puanı: 10/7


    Bir OVA (Original Video Animation) serisi olan Angel Cop, 1989 ve 1994 yılları arasında altı bölüm olarak yayınlandı. Bu seriye göre yirminci yüzyılın sonlarına doğru Japonya, dünyanın bir numaralı ekonomisidir ve başta Red May olmak üzere birçok terör organizasyonu ile mücadele içindedir. Bu örgütlerle mücadele etmek için de özel bir birlik olan Özel Güvenlik Gücü kurulmuştur. Adeta kanun dışında hareket edebilen bu gücün “adam öldürme” yetkisi sınırsızdır. Bu kuruluşun üyeleri Japonya’da terörü bitirmeye ant içmiş olsa da, başkaları da teröristleri hedef almakta ve deyim yerindeyse katliam yaparmışçasına onları öldürmektedir. Parçalanmış terörist cesetleri ortalığı süslemektedir. Çok geçmeden Özel Güvenlik Gücü ve bu insanların da yolları kesişecektir.

    Angel Cop, ismini Angel lakaplı Özel Güvenlik Gücü üyesinden almakta. Animenin politik yönü bir hayli ağır. Şahsen ben daha aksiyona ve şiddete yöneliktir diye başladım fakat siyasi kargaşa, koltuktan devirme ve arka planda yaşanan siyasi oyunlardan da nasibinizi alıyorsunuz. Şiddet yönü ise özel güvenlik gücünün silah kullanım yetkisi gibi sınırsız. Gerektiğinde patlayan cesetler, kan, kemik, kopan uzuvlar hepsini görüyoruz. 
  • Dr. Stone: New World İncelemesi

    Yönetmen: Matsushita Shuuhei
    Stüdyo: TMS Entertainment
    Tür: Macera, Bilim Kurgu
    Yapım Yılı: 2023
    Bölüm Sayısı: 11 + 11
    Anime Puanı: 10/8.5


    2019 yılından beri aramızda olan Dr. Stone’un son sezonunu bizlere 11 + 11 şeklinde iki parça olarak sundukları için incelemesini de yeni sezon olan “New World” komple bitince yapmanın daha uygun olacağına karar vermiştim. Maceranın başladığı ilk sezonun incelemesine buradan ve bir önceki sezon olan anime filminin incelemesine buradan ulaşabilirsiniz.

    Bir devam sezon olduğu için hikaye olarak detaya inmeyeceğim. İnsanlık taşlaşmış, Senku ve arkadaşları da bilim sayesinde gelişip bu taşlaşmanın kaynağını bulmanın peşindedir. Bir önceki anime filminde gemi kaptanı Ryusui da uyandırılmış ve deniz yolculuğu için artık pek bir engel kalmamıştır. Amaç; Senku’nun babası ve arkadaşlarının zamanında uzaydan indiği adaya yelken açıp sakladıkları değerli maden olan “platinyum”u ele geçirmektir. Böylece canlandırma sıvısı için topluca üretime geçebileceklerdir.

    Elbette Senku ve arkadaşlarının işleri anlatıldığı kadar kolay değildir. Gitmek istedikleri adada insanlar yaşamaktadır – daha doğrusu şu anki insanların ataları o adadan gelmektedir. Ve en büyük problem ama aynı zamanda yeni sezonu ilginç kılan ise şudur: Burada birileri taşlaştırma ışınını silah olarak kullanabilmektedir! Evet, taşlaştırma hala devam etmekte ve insanlar taşa dönüşmektedir. Dediğim gibi bu sezonun en büyük özelliği de bu. Bu nasıl bir silah, kim kullanıyor merak ediyorsunuz ve bölümler çerez gibi peş peşe gidiyor.
  • Yılın Animeleri 2023

     

    Ve bir kez daha yılın "enlerini" seçmemizin vakti geldi. Hem siz değerli okurların hem de sayın yazarlarımızın oylamaları ile, Anime-İnceleme olarak bu yıl üçüncüsü düzenlenen ödül törenimiz sona erdi ve geçtiğimiz senenin en iyilerini el birliği ile seçtik. Dileğimiz bu yılın da anime serileri yönünden zengin geçmesi ve hep birlikte birçok güzel seriyi izleyip incelememiz yönünde. Lafı fazla uzatmadan, işte geçtiğimiz senenin birincileri ve ikincileri!


    EN İYİ FANTASTİK

    Geçen senenin en çekişmeli kategorisi belki de En Fantastik Anime kategorisiydi. Bu sene ise durum tam tersiydi ve kazanan Jujutsu Kaisen'in yeni sezonu büyük bir fark atarak liderlik koltuğuna oturuverdi. Bir hayli geriden takip etmesine karşın Demon Slayer'in son sezonu da ikincilikle yetinmiş durumda.

  • Jujutsu Kaisen (2023) İncelemesi

    Yönetmen: Shouta Goshozono
    Stüdyo: Mappa
    Tür: Macera, Aksiyon, Fantastik
    Yapım Yılı: 2023
    Bölüm Sayısı: 23
    Anime Puanı: 10/10


    Jujutsu Kaisen ik çıktığında benim için sıradan bir animeydi. İçine iblis girmiş birisi Naruto’yu andırıyor, parmak yemesi ise Boku No Hero Academia’yı hatırlatıyordu. (Orada da saç yiyip güçleniyordu) Sıradan bir shounen animesi olarak gördüğüm Jujutsu Kaisen’in ilk sezonunu pek hatırlamıyorum. Pek akılda kalıcı olay olmaması, aradan da 3 yıl geçmesi tabii benim için büyük bir etken. Bir de arada Jujutsu Kaisen 0 çıktı ilk sezonun öncesini anlatıyordu. Güzel bir filmdi ancak Itadori Yuji’yi görmemek beni biraz hayal kırıklığına uğratmıştı. Gene belirli bir süre geçmesiyle birlikte nihayet Jujutsu Kaisen 2. Sezon çıktı ama o da ne?! Opening’te ki karakterler genç! Jujutsu Kaisen 0’da yer alan karakterler var! Daha sonra izlemeye başlayınca fark ettim ki adamlar 0’dan da öncesini konu alan anime yapmış. Bir an bu kadar da olur mu diye düşünmedim değil. Ben istiyorum Itadorı Yuji, o bana veriyor başka hikaye. Önyargımı yenip izlemeye başlamamla birlikte animeyi bir hayli sevmeye başlamıştım. Özellikle hikaye anlatımı müthiş ilerliyordu. Hani oyunlarda veya filmlerde olur ya o sıkıcı dediğimiz ek görevler; “Biri kaçırılır kurtarmak gerekir, araba bozulur tamir edilmesi gerekir.” Artık aklınıza ne gelirse. Jujutsu Kaisen bu olayı size olabildiğince hızlı bir şekilde anlatmaya çalışmış. Anime de birinin kaçırıldığı sahne var içinizden de geçiriyorsunuz herhalde üç bölümde böyle götürürler sonra animeyi paketleyip bitirirler. “Adamlar bunu 10 saniyeye sığdırmış.” Mekana gidilir, çevredekiler dövülür, kız kurtarılır” bitti. Sosyal Medyada da “Dünyanın en hızlı kurtarma görevi” başlıklı videoları yapıldı bu sahnenin. Anime bu andan itibaren beni olabildiğince bağlamaya başladı. Başka bir bölümde anime bitti herhalde diye tam kapatacakken olayların çıkmasıyla birlikte Jujutsu Kaisen 2. Sezon sürekli sizi şaşırtmayı başarıyor. “Siz siz olun Suguru ve Riko konuşurken animeyi kapatmayın.” Animenin ortalarına doğru konu artık iyice 0’la bir araya gelmiş, aklınızdaki tüm soru işaretleri kalmamış bir halde anlatıldıktan sonra zaman atlaması oluyor ve o da ne? “İŞTE GÜNÜMÜZ!” Diye çok sevindiğim an gerçekleşiyor. Yeni bir açılış müziği (YOU ARE MY SPECIAL mükemmel bir müzik) lanetli ruhlar bir yandan jujutsu büyücüleri bir yandan yürüyüp verilmeye çalışılan o iyiler ve kötüler sahnesi beni daha da mutlu etmeyi başardı. Beklediğim o animeyi nihayet izleyecektik.

    Jujutsu Kaisen 2. Sezon - 2. Kısım Shibuya Arc. Olarak adlandırılmış. Lanetli ruhlar Shibuya bölgesine saldırı gerçekleştiriyor ve olaylar karışıyor. Amaçları ise Jujutsu Büyücü’lerinin en güçlüsü Gojo’yu mühürlemek. Gojo yoksa rahat rahat planlarını uygulayabilirler. Plan ise insanları bir nevi evrimleştirmek. Lanetli ruhların ortaya çıkma nedeni insanlar, insan yoksa lanetli ruhta yok. Jujutsu büyücüleri rahat, dünya rahat. 2. Sezonun benim için en büyük etkeni sürekli sizi şaşırtması. Günümüzde izlediğimiz şeylerde bir denge olmadığını düşünüyorum. Jojo’nun son sezonunu örnek alalım. JoJo değil mi? Adı üstünde? JoJo’yu izlemek isterim. Ama hayır, rastgele karakterlerin Pinokyo kavgasını izleyerek başlıyorsunuz sezona. Ne havalı karakterler, ne de derin bir hikaye var. Öyle rastgele izliyorsunuz işte, tam çerezlik.
  • Gaikotsu Shotenin Honda-san İncelemesi

    Yönetmen: Yoshie Terushige
    Stüdyo: DLE
    Tür: Komedi, Hayatın İçinden
    Yapım Yılı: 2018
    Bölüm Sayısı: 12
    Anime Puanı:10/6


    Yine farklı ve kısa bir animeyle karşınızdayım. 10 Dakikadan oluşan bölümleri ve web manga dayanağıyla çıtır çerez komik bir yapım Honda-San. Özellikle japon ve manga kültürünü merak edenlerin direkt listesine alması gerekiyor. Çünkü hikâyemiz Honda ve arkadaşlarının çalıştığı kitap mağazasında geçiyor. Bol bol japon kültürü ve insanları hakkında bilgi alırken. Ülkemizde popüler olmasa da oradaki Manga hayranlarının çılgınlığını biraz da olsa animede görebiliyoruz. Bunu da komik skeçler şeklinde bizlere sunmuşlar. Bölümler 10 dakika ama; bazen tek bir hikaye anlatırken bazen 2 yada 3 kısa hikaye de anlattığı oluyor. Dediğim gibi tam kafa dağıtmalık %100 odak istemeyen çıtır çerezlik bir yapım.

    Komedisi nasıl derseniz bence gayet tatlı ve hoş. Bazen gereksiz gördüğüm yerler olsa da genel olarak ben keyif aldım. En çok da başka yapımlara yapılan göndermeleri sevdim. Fakat çizimler konusunda biraz soru işaretlerim var. Karakter tasarımlarını çok sevsem de animasyon olmaması beni biraz üzdü. Benzer yapım olan Ev hanımı yakuza’da nedense bu kadar gözüme batmamıştı. Belki de oraya atmosfer olarak uygun olmasındandır. Burada daha fazla animasyon görmek istedim. Seslendirme ve müzikler de gayet başarılı. Peki bu kadar artısını saymama rağmen, neden sadece 6 puan aldı?
  • Memories İncelemesi

    Yönetmen: Katsushiro Otomo
    Stüdyo: Madhouse, Studio 4C
    Tür: Gerilim, Dram
    Yapım Yılı: 1995
    Bölüm Sayısı: 3 Film
    Anime Puanı: 10/8


    Tesadüfen karşılaştığım ve ilgimi bir hayli çeken bir anime filmi – bir üçleme var karşımızda. Eski tarz çizimler oldum olası ilgimi çekmiştir. Bu çizim tarzları gerilim ile de birleşince çok iyi eserler ortaya çıkabiliyor diyebilirim. Memories de böyle bir yapım. Ya da daha doğrusu ilk başta böyle görünen bir yapım. İçerisinde üç farklı hikaye barındırmakta ve ilk hikaye bu kategoriye girse de, diğer iki hikayenin kara mizah – dram tarzına kaydığını söyleyebilirim. Memories’in bizlere sunduğu üç hikayeden kısaca bahsedecek olursam;

    Magnetic Rose 
    Kırk beş dakikalık bu hikaye, uzayda geçmekte. Corona (virüs değil) adlı uzay gemisi, enkazları toparlayan, buralarda hala kullanabilir durumda olan materyalleri kurtaran bir gemidir. Günün birinde bir SOS sinyali yakalarlar ve sinyalin kaynağına vardıklarında bir uzay istasyonunu çevrelemiş hurda uzay gemileri ile, adeta bir mezarlığı andıran ürkütücü bir yere gelirler. Corona’dan iki mürettebat sinyali incelemek için uzay istasyonuna giriş yapar. Bir nevi Dead Space oyunu konsepti tadında (hurda ve dökülmeye yüz tutmuş bir mekan, insanlar yok ve ne olduğu belli değil) bu bölümde aşk, kayıp ve yitip gitmek gibi konseptler tüyleri diken diken edecek şekilde bizlere sunulmakta.

    Stink Bomb 
    Kırk dakikalık bu bölümde gerilimli uzaydan Japonya şehrine geçiş yapıyor ve korku tarzı yerini trajikomik bir felakete bırakıyor. Tanaka Nobu, sıradan bir laboratuvar teknikeridir. Grip olmuştur ve bin bir ilaç kullanmasına rağmen kurtulamamıştır. Çalışma arkadaşlarından birisi ona, müdürün masasında duran numune ilaçtan almasını önerir. Tanaka da bunu yapar. Kimsenin bilmediği ise yeni bir grip ilacı numunesi sanılan bu ilaç aslında bambaşka, çok daha tehlikeli bir şeydir. Tanaka ilacı içer ve kestirmeye karar verir. Kendisine geldiğinde çevresindeki herkes yığılıp kalmıştır. Korku içindeki Tanaka birilerine ulaşmaya, bir şeyler yapmaya çalışıyor ama bilmediği ise olan bitenin kaynağı kendisinin olmasıdır. Aslında vahim bir konu fakat Tanaka’nın açık konuşmak gerekirse “salaklığı” bu bölümü biraz da gülünç hale getirmekte. 
  • Copyright © 2013 - Nisekoi - All Right Reserved

    ANİME İNCELEMELERİ SAYFASI Powered by Blogger - Designed by Johanes Djogan